

CEZA YARGILAMASINDA ALACAK KAVRAMININ ANLAMI - ANNE YANINDA YAŞAYAN ÇOCUĞUN TARAFSIZ OLAMAYACAĞI İHTİMALİ - YAĞMA
6. Ceza Dairesi 2023/19613 E. , 2025/5052 K.
İlk Derece Mahkemesince verilen hükme yönelik istinaf incelemesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen kararın; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 286 ncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz edilebilir olduğu, 260 ıncı maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz edenin hükmü temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, 291 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz isteminin süresinde olduğu, 294 üncü maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz dilekçesinde temyiz sebeplerine yer verildiği, 298 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz isteminin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı yapılan ön inceleme neticesinde tespit edilmekle, gereği düşünüldü:
Hükmedilen cezanın süresine göre sanık müdafiinin duruşmalı inceleme isteminin 5271 sayılı Kanun'un 299 uncu maddesinin birinci fıkrası gereğince reddine karar verilmekle gereği düşünüldü:
5271 sayılı Kanun'un 288 nci maddesinin, ''Temyiz, ancak hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır.'', aynı Kanun'un 294 üncü maddesinin, ''Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır. Temyiz sebebi ancak hükmün hukukî yönüne ilişkin olabilir.'' ve aynı Kanun'un 301 inci maddesinin, "Yargıtay, yalnız temyiz başvurusunda belirtilen hususlar ile temyiz istemi usûle ilişkin noksanlardan kaynaklanmışsa, temyiz başvurusunda bunu belirten olaylar hakkında incelemeler yapar.'' şeklinde düzenlendiği de gözetilerek sanık müdafiinin temyiz dilekçesinde belirtilen sebeplere yönelik olarak yapılan incelemede;
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 25.02.2014 gün ve 2013/678-2014/98 sayılı kararında ayrıntıları belirtildiği üzere; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun (5237 sayılı Kanun) 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 308. maddesindeki "kendiliğinden hak alma" suçuna benzer bağımsız bir suç tipine yer verilmemiş, onun yerine kanunda belirtilen bazı suçların bir hukuki ilişkiye dayanan alacağın tahsili amacıyla işlenmesi halinde failin daha az ceza ile cezalandırılması öngörülmüş, bu bağlamda hırsızlık suçunda 144, yağma suçunda 150/1, dolandırıcılık suçunda 159, belgede sahtecilik suçunda 211. maddeler düzenlenmiştir. Buna göre, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 308. maddesinde adliye aleyhine işlenen bir suç olarak koruma altına alınan eylemlerin bir kısmı, 5237 sayılı Kanun'un 150/1. maddesiyle malvarlığına ilişkin bir suç haline dönüştürülmüştür. Bu düzenlemeye göre, hukuki ilişkiye dayanan bir alacağın tahsili amacıyla cebir veya tehdit kullanılması halinde eylem yağma suçunu oluşturmakla birlikte, bu özel düzenleme nedeniyle fail kasten yaralama ve/veya tehdit suçundan cezalandırılacaktır. Böylece, hukuki ilişkiye dayanan bir alacağın tahsili amacıyla hareket edilmiş olması daha az ceza verilmesini gerektiren bir hal olarak kabul edilmiş, başka bir anlatımla failin saikine önem verilmiştir.
Bu madde hükmünün uygulanabilmesi için fail ile mağdur arasında alacak hakkı doğuran herhangi bir hukuksal ilişkinin bulunması gereklidir. Bu hukuki ilişkinin, ilgili kanunda belirtilen şekil şartına uygun olarak kurulmuş olması zorunlu olmayıp, hukuk düzenince kabul edilebilir meşru bir ilişki olması yeterlidir. Başka bir anlatımla, şekil şartına uyulmadan kurulan bu ilişkinin ilgili kanun hükümleri uyarınca Özel Hukuk alanında hukuki sonuç doğurmayacak olması, ceza hukuku alanında dikkate alınmasına engel olmayacaktır. Burada önemli olan şekil şartına uyulsun veya uyulmasın meşru bir hukuki ilişkinin bulunup bulunmadığı ve bu hukuki ilişkiye dayanan alacağın tahsili amacıyla hareket edilip edilmediğidir.
Alacak iddiasının varlığını kabul için mutlaka alacak davası açılıp ispatının beklenilmemesi gerekir. Çünkü Cezanın delil anlayışı ile Hukukun delil anlayışı ve kabulü farklıdır. Hukukta şekli gerçeklik hakimdir. Daha ziyada iddia ve ıspata dayanan delil sistemi geçerli olup taraflarca ileri sürülmeyen iddia ve delillerin davanın kabulunde esas alınamayacağı bir gerçekliktir. Oysa cezada maddi hukuka dayanan bir kabul söz konusudur. Taraflar idda etmese, savunmasa bile maddi gerçeklik her türlü delil incelenip kabulde esas alınmaktadır. Bu nedenle mutlaka hukuka göre ispat şartı aranmamaktadır.
Ayrıca şüpheden sanık yararlanır kuralı ceza yargılamasının en temel kurallarındandır. Yargıtayda yıllardır istikrarlı şekilde bu durumu uygulamaktadır. Hukuki ilişkinin ve borcun varlığı konusunda gerçekten şüpheli bir durum ortaya çıkmış ise şikâyetçi yok dese bile sanık lehine yorumlamak uygun olacaktır.
Alacağın varlığına inanarak ve bu hakkı elde etme özel kastıyla hareket edilmesi hallerinde ise; eylemin 5237 sayılı Yasa'nın 30. maddesi kapsamında ve 150/1. maddesi yollamasıyla hukuki alacağın tahsili amacıyla yağma suçunu oluşturup oluşturmayacağı hususunun da ayrıca somut olayda ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir. (Benzer görüşler için bkz. Nur Centel- Hamide Zafer- Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, Cilt: 1,4. Baskı, Beta Yayınevi, Ankara 2017, s. 404, Gökcan/Artuç TCK Şerhi age s.5461 )
Ayrıca,
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2017/6-1147 Esas, 2018/519 Karar sayılı ilâmlarında istikrarla vurgulandığı üzere; "Amacı, somııt olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada '’suçsuzluk'' ya da "masumiyet karinesi" olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Lat incede "in dubio pro reo" olarak ifade edilen "şüpheden sanık yararlanır” ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkumiyetine karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi halinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikle ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkumiyeti; herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp diğer kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı ve hiçbir şüphe veya başka türlü oluşa imkân vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir." Ceza yargılaması sonucunda mahkumiyet kararının verilebilmesi için suç oluşturan fiilin sanık tarafından işlendiğinin hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak, herkesi inandıracak şekilde kanıtlanması ve şüphenin masumiyet karinesinin gereği olarak sanık lehine değerlendirilmesi gerektiği (Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 38/4. maddesi, İnsan Haklan Avrupa Sözleşmesi 6/2. maddesi, İnsan Haklan Evrensel Beyannamesi 11. maddesi) anlaşılmıştır.
Bu açıklamalar ışığında, somut olayda, katılanla sanığın olay esnasında karı koca oldukları, katılan tarafından imzalı tutanak içeriğinden sanığın, katılanın abisine verdiği hatır çeklerinin katılanın abisi tarafından kullanılması ve borçlarını ödenmemesi nedeniyle sanığın piyasaya borçlandığı ve adına kayıtlı tüm taşınır ve taşınmazları katılan eşine devrettiği, sanıkla katılan arasında boşanma davası sürerken sanığın hakkında icra takibi başlatması neticesinde katılanın sanık hakkında olayın üzerinden yıllar geçtikten sonra sanığın evine gelip bıçak göstermek suretiyle kendisine zorla senetler imzalattığı iddiasında bulunduğu, yağma suçuna konu keşide tarihi 15.12.2018 olan bir senedin 30.06.2021 tarihinde icraya konulmasından sonra katılanın 10.08.2021 tarihinde eşi sanık hakkında yağma iddiasıyla şikayetçi olduğu, her ne kadar olaya müşterek çocuk Tanık ...'ın şahit olduğu ve katılanı destekler beyanları bulunduğu görülse de annesiyle yaşayan müşterek çocuğun tarafsız olamayacağı ihtimali ile, ayrıca dosyaya ibraz edilen ve taraflar arasında gerçekleşen boşanma davasında tanıklık eden diğer müşterek çocuk ...'ın beyanlarının iddialarını destekler yönde olduğu da değerlendirildiğinde, şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince sanığın mahkumiyetine yeter her türlü şüpheden uzak ve yeterli delil bulunmadığından atılı suçtan beraat yerine yazılı şekilde hüküm verilmesi,
Kabule göre de,
Dosyaya ibraz edilen 10.09.2017 tarihli ve sanığın adına kayıtlı tüm taşınır ve taşınmazları katılana devrettiğine dair tutanak ile aralarında alacak verecek hesabına dayalı bir hukuki ihtilaf bulunup bulunmadığının araştırılarak, gerekirse müşterek çocuk ...'ın da dinlenmesi suretiyle sonucuna göre karar vermek yerine, yazılı şekilde eksik incelemeyle sanık hakkında yağma suçundan hüküm kurulması,
Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazı bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 14. Ceza Dairesinin 09.02.2023 tarih ve 2022/2329 E. 2023/366 K. sayılı kararı nın Tebliğname'ye aykırı olarak oybirliği ile BOZULMASINA,
Dava dosyasının, 5271 sayılı Kanun’un 304 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca Eskişehir 4. Ağır Mahkemesine, Yargıtay ilâmının bir örneğinin ise Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 14. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine,08.05.2025 tarihinde karar verildi.
