

YAĞMA SUÇUNDA ZİNCİRLEME SUÇ HÜKÜMLERİ UYGULANAMAZ
6. Ceza Dairesi 2023/19296 E. , 2025/5033 K.
Yapılan ön inceleme neticesinde; sanık hakkında nitelikli yağma suçundan kurulan hükümlerin temyiz edilebilir olduğu, temyiz edenin hükümleri temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, temyiz isteminin süresinde olduğu, temyiz dilekçesinde temyiz sebeplerine yer verildiği, temyiz isteminin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı tespit edilmekle, gereği düşünüldü:
I. HUKUKİ SÜREÇ
A. İlk Derece
Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinin, 26.05.2022 tarihli ve 2018/330 Esas, 2022/264 Karar sayılı kararı ile sanık hakkında nitelikli yağma suçundan, iki kez 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (5237 sayılı Kanun) 149 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi, 53 üncü maddesi uyarınca 8 yıl 4 hapis cezası ile cezalandırılmalarına, hak yoksunluklarına karar verilmiştir.
B. İstinaf
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesinin, 06.03.2023 tarihli ve 2022/3128 Esas, 2023/810 Karar sayılı kararı ile sanık hakkında İlk Derece Mahkemesince kurulan hükme yönelik sanık müdafinin istinaf başvurusunun, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 280 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca eleştirilerek istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.
II. TEMYİZ
A. Temyiz Sebepleri
Sanık Müdafiinin Temyiz Sebebi
Katılanların beyanları dışında somut delil bulunmadığı, katılan ...'un olay tarihinden çok sonra alınan beyanının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, çelişkili beyanlara göre karar verildiği, beraat kararı verilmesi gerektiğine ilişkindir.
B. Değerlendirme ve Gerekçe
Diğer temyiz itirazları yerinde görülememiştir.
Ancak;
Hukuki teklik ile fiili (doğal) teklik kavramları birbirinden farklıdır. Hukuki teklikte sanığın planladığı eylemin tek olarak kabul edilmesidir. Fiili (doğal) teklik ise yapılan bedensel hareketin tekliğini ifade etmektedir. Hukuki teklikte eylem sayısı fazla olabilir, ancak sanığın planladığı, kurguladığı eylemi gerçekleştirirken yaptığı tüm hareketler tek kabul etmek gerekmektedir.
Ceza Genel Kurulu'nun (CGK) önüne gelen bir olayda “hukuki teklik”, ”doğal (fiili) teklik” karşılaştırması yapmış ve kanunumuzun hukuki tekliği “aradığını belirtmiş ve birden çok mağdura karşı zincirleme suç hükümlerinin uygulama şartlarını belirlemiş ve hukuki tekliği uygulama şartı olarak kabul etmiştir.”
Söz konusu CGK 2018/13-247 Esas, 2020/494 Karar sayılı ilamı; "...öğretide aynı neviden ... içtima olarak tanımlanan 5237 Türk Ceza Kanunu'nun (5237 sayılı Kanun) 43 üncü maddesinin ikinci fıkrasının da değerlendirilmesi gerekmektedir.
5237 sayılı Kanun'un 43 üncü maddesinin ikinci fıkrası; "Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır." hükmünü içermekte olup zincirleme suçtan farklı bir müessese olan ve aynı neviden ... içtima olarak kabul edilen bu durumda, fiil yani hareket tektir ve bu fiille aynı suç birden fazla kişiye karşı işlenmektedir. Burada, hareket tek olduğu için, fail hakkında bir cezaya hükmolunacağı, ancak bu cezanın Kanun'un 43/1. maddesine göre artırılacağı öngörülmüştür.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi bakımından Kanun'un 43 üncü maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen “tek bir fiil” ifadesi ile kast edilen hususun ne olduğunun irdelenmesi gerekmektedir.
Doğal anlamda gerçekleştirilen her bedensel eylem ayrı bir hareketi oluşturmakta ise de, hukuki anlamda hareketin tek olması ile ifade edilmek istenen husus, doğal anlamda birden fazla hareket bulunsa dahi, bu hareketlerin, hukuki nedenlerden dolayı değerlendirmede birlik oluşturması suretiyle tek hareket olarak kabulüdür. Diğer bir anlatımla, doğal anlamda fiilin tek olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin tek olduğu söylenebilirse de, doğal anlamda fiilin çok olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin çok olduğu her zaman söylenemeyecektir. Bazen bir hareketler kümesi, hukuki açıdan tek bir fiil olarak kabul edilecektir. Bu hâlde suç tipinin birden fazla hareketle ihlâl edilebilir olması hareketin hukuken tekliğini etkilemeyecek, doğal hareketler hukuken tek kabul edilecektir. Buna göre Kanun'un 43. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen “tek bir fiil” ifadesi ile kastedilen fiil ya da hareketin doğal anlamda değil hukuki anlamda tek olmasıdır. Bir kısım suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar suçun kanuni tanımında yer alan hukuksal anlamdaki “tek bir fiili” oluşturmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun yukarıda sözü edilen içtihadına konu olayda: ilk derece mahkemesince, sanık tarafından 21 gün arayla gerçekleştirilen iki ayrı yağma fiilinden dolayı, iki kez nitelikli yağma suçundan mahkûmiyetine karar verilmiş olup, suç ve cezada orantılılık ile hakkaniyet ilkeleri uyarınca, ağır ve orantısız cezalara hükmedilmesinin önüne geçilmek istenmiş ve özgüleme nedeniyle tek bir nitelikli yağma suçundan mahkûmiyete hükmedilmesiyle yetinilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Böylelikle, yağma suçlarında özgüleme halinde “hukuki anlamda fiilin tekliği" kavramı ve kapsamı daha geniş yorumlanmıştır.
Kanun koyucunun düzenlemesi nedeniyle yağma suçlarında zincirleme suç hükümlerinin uygulanamayacağı açıktır. Ancak doğrudan zincirleme şeklinde değilde başlangıçtan itibaren aynı malvarlığına yönelen ve kısaca "özgüleme" denilen durumlarda uygulamada mağdur sayısınca suçun oluşmayacağı hukuki manada teklik dolayısıyla tek bir yağmadan hüküm kurulması gerekeceği Yargıtay uygulamalarında kabul edilmektedir.
Mesela; Ceza Genel Kurulu'nun 2011/6-332 Esas, 2012/21 Karar; "... Sanığın, mağdur ....’den istediği parayı getirmesi için mağdur ....’yi yanında alıkoyarak hürriyetini kısıtlaması, mağdur ....’nin istenen parayı mağdur ....’nin eşinden olayı anlatmadan alarak getirmesi, sanığın istediği paranın eksik kalan kısmı için mağdur ....’ye yönelik "kalan 500 Lirayı Cuma gününe kadar bul" şeklinde tehditte bulunması da sanığın eylemlerinin bütününün tek bir yağma suçunu oluşturduğu kabulünü değiştirmeyecektir. Bu nedenle olayın gelişimi, sanığın eylemlerinin ....’den belirli miktardaki parayı yağmalamaya yöneldiği ve sanığın kastı göz önüne alınmaksızın, mağdur ...’ye karşı yağma suçunu işlemek amacıyla mağdur ....’ye karşı gerçekleştirilen ve bu mağdurun malvarlığına yönelmeyen fiillerden hareketle, iki ayrı yağma suçunun oluştuğunu kabul eden yerel mahkeme direnme hükmü isabetsizdir.
Bu itibarla, sanığın eylemi tek bir nitelikli yağma suçunu oluşturacağı, sanığın, mağdur ....'den istediği parayı getirmesi için mağdur ....’yi yanında alıkoyarak hürriyetini kısıtlaması, mağdur ....'nin istenen parayı mağdur ....’nin eşinden olayı anlatmadan alarak getirmesi, sanığın istediği paranın eksik kalan kısmı için mağdur ....’ye yönelik "kalan 500 Lirayı Cuma gününe kadar bul" şeklinde tehditte bulunması da sanığın eylemlerinin bütününün tek bir yağma suçunu oluşturduğu kabulünü değiştirmeyecektir. Bu nedenle olayın gelişimi, sanığın eylemlerinin ....’den belirli miktardaki parayı yağmalamaya yöneldiği ve sanığın kastı göz önüne alınmaksızın, mağdur ....’ye karşı yağma suçunu işlemek amacıyla mağdur ....’ye karşı gerçekleştirilen ve bu mağdurun malvarlığına yönelmeyen fiillerden hareketle, iki ayrı yağma suçunun oluştuğunu kabul eden yerel mahkeme direnme hükmü isabetsizdir.
Bu itibarla, sanığın eylemi tek bir nitelikli yağma suçunu oluşturduğundan, yerel mahkeme direnme kararı isabetsiz olup, bozulmasına karar verilmelidir...";
6. Ceza Dairesi 2021/16540 Esas, 2022/5911 Karar; ".., sanığın suç işleme kasıt ve iradesinin aynı malvarlığına yönelik paraya özgülendiği, eylemlerinin tek bir tamamlanmış yağma suçunu oluşturduğu anlaşıldığından sanık hakkında tek nitelikli yağma suçundan hüküm kurulmasında bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşıldığından,..."
Somut olayda ise; olayın sıcaklığı ile kollukta alınan katılan ... beyanında; "sanığın ailesi ve ölümle tehdit ederek 13.000,00 TL istediği...daha sonra telefonla aradığında da 13.000,00 TL yi bulmadığı takdirde yanacağı yönünde tehditte bulunduğu", katılan ... beyanında ise, "sanığın parayı vermedikleri takdirde kendilerini ölümle tehdit ettiğini" belirttikleri, kovuşturma aşamasında alınan beyanlarında ise katılan ...'in 3.000,00 TL, katılan ...'ın 2.000,00 TL olmak üzere toplam 5.000,00 TL verdiklerinin anlaşılması karşısında; olayın başından beri katılanlardan 13.000,00 TL parayı yağmalama amacında olan sanığın, kastının yalnızca 13.000,00 TL paraya özgülemesi karşısında, suç ve cezada orantılılık ile hakkaniyet ilkeleri uyarınca sanığın eyleminin katılanlara yönelik tek yağma suçunu oluşturduğu düşünülmeden yazılı şekilde katılanlara karşı ayrı ayrı yağmadan mahkûmiyet hükmü kurulması, hukuka aykırılık bulunmamıştır.
III. KARAR
Gerekçe bölümünde açıklanan nedenle sanık müdafinin temyiz istemi yerinde görüldüğünden, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesinin kararının 5271 sayılı Kanun’un 302/2. maddesi uyarınca Tebliğname’ye aykırı olarak oy çokluğuyla BOZULMASINA,
Dava dosyasının, 5271 sayılı Kanun’un 304/2-b maddesi uyarınca takdiren Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 08.05.2025 tarihinde karar verildi.
K A R Ş I O Y
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun yerleşik içtihatlarında sanığa ceza verilmesi için şüpheye yer vermeyecek şekilde eylemi gerçekleştirdiğinin ispatı gerekecektir.
Bu ispat için öncelikle suçun işlenip işlenmediği sonra bir olayın kanuni unsurlarının belirlendiği şekilde işlenip işlenmediği ve son olarak da sabit olan bu suçun sanık tarafından işlenip işlenmediğinin tartışılması ve kesin olarak ispatı gerekir. Tüm aşamalarda da "şüpheden sanık yararlanır" kuralının uygulanması gerekir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 2017/6-1147 Esas, 2018/519 Karar sayılı ilâmlarında "... Amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de öğreti ve uygulamada; "suçsuzluk" ya da "masumiyet karinesi" olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede; "in dubio pro reo" olarak ifade edilen "şüpheden sanık yararlanır" ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi hâlinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti; toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaate ya da herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkân vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir..." şeklinde içtihatta bulunarak bu husus işaret etmişlerdir. Yine Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2018/6-110 Esas, 465 Karar, 2016/6-1157 Esas, 2017/239 Karar sayılı ilâmlarında da aynı hususlar teyit edilmektedir.
Yani olayın oluşuna ilişkin şüpheli durum varsa burda da "şüpheden sanık yararlanır" kuralının uygulanması gerekecektir.
Hırsızlık, yağma, cinsel istismar gibi çoğu zaman ani gelişen veya suç işlemek için sanıkların önceden plan yaptıkları ve sonrasında yakalanmama adına delil bırakmamaya yönelik tedbirler almalarına göre bu tür suçlarda yan delil bulmada sıkıntılar olduğu açıktır. Çoğu zaman bu tür suçlarda elimizdeki tek delil sadece müştekilerin beyanından ibaret kalmaktadır.
Bu zorlayıcı nedenlerden dolayı aralarında husumet olmayan, çoğu zaman hiç tanımadğı ve iftira atması için neden bulunmayan müşteki beyanı sübutun ve sanığın eylemi gerçekleştirdiğinin kabulünde yeterli kabul edilmektedir.
Ceza yargısına hakim olan en temel ilke olan masumiyet ve şüpheden sanık yararlanır kuralları ceza adaleti bakımından başkaca hiçbir delil olmayan ve bulunma ihtimali olmayan hususlarda sanık aleyhine, müşteki lehine esnetilebilmektedir. Bu belli zorluklar nedeniyle bir nebze kabul edilebilir. Ancak başka türlü delil toplama imkanı olan olaylarda veya akla, mantığa veya olaya uymayan, kendi içerisinde tutarsız veya sürekli değişen ya da ihtilaflı başka bir konuda müşteki ya da yakınlarına açıkça yarar sağladığı, müştekiyi gerçekten sanık olmaktan çıkarıp müşteki haline sokabilecek, yani haksız durum yaratacağı aşikar olan soyut beyanların tek doğru kabul edilerek cezalandırma yoluna gidilmesi, masumiyet, silahların eşitliği ve şüpheden sanık yararlanır kurallarına açıkça aykırılık teşkil edeceği açıktır.
Bu nedenle ispatı zor olan olaylarda akla, mantığa ve dosyadaki olaylara uyumlu denetlenebilir müşteki beyanına itibar olabilir ise de akla, mantığa, fenne ve dosyadaki olaylara uymayan helede başka türlü ispat imkanı varken sadece müşteki beyanıyla yetinilmesi halinde bu beyanın suçun aydınlatılmasına yönelik değil başka bir olayı örtme, iftira atma veya intikam alma gibi bir amaca yönelik olduğu şüphesi doğuranlara bu şüphe giderilmeden itibar edilmesi büyük haksızlık oluşturacak ve yargılama konusunda tüm yetkiyi hakkı olmadığı halde sadece taraf olması gereken görünüşteki müştekiye devredecektir.
Somut olayda, müştekiler ile sanıklar arasında uzun süreye dayanan arkadaşlık ve borç alışverişi olduğu aralarında bundan kaynaklanan ihtilaf bulunduğu müştekilerin iddiasını destekleyen her hangi bir delil bulunmadığı, para göndermenin rıza ile gönderildiğinin de mahkeme tarafından da kabul edildiği anlaşılmakla şüpheden sanık yararlanır ilkesi uyarınca sanığın beraatine karar verilmesi gerektiği kanaatinde olduğumdan sayın çoğunluğun kararına iştirak etmiyorum.
