

SANIK SAVUNMASININ ÇÖKMESİ
Şüpheli yahut sanık, yani bir suç isnadı altında bulunan kişi, suçu kabul etmek zorunda değildir.
Anayasa md. 38 "Hiç kimse kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz." hükmünü açıkça düzenlemiştir. Bu nedenle şüpheli veya sanıktan bu gibi şeyler beklemek, hukuken mümkün değildir.
Ancak şüpheli veya sanığa verilen bu hak, yanlış yorumlanmalıdır. Soruşturma ve yargılama makamları, şüpheli veya sanığın savunmasıyla bağlı değildir. Fail savunmasında, suçsuz olduğunu ileri sürse de yargı makamları, suç şüphesi üzerine her türlü incelemeyi yapar.
Tabi ki bir kişiye ceza verilebilmesi için, o kişinin (failin) suçu işlediğinin sabit olması gerekir (CMK md. 223/5.f.).
İşte bu hassas denge içerisinde sanığın savunması ve dosyadaki deliller çok iyi bir şekilde entegre olması gerekmektedir.
Peki savunma nasıl çöker? Yargıtay'ın bir kararı ile basitçe anlatalım.
Polis, fiziki olarak takip ettiği / gözlediği S'nin ikametgahından A'nın çıktığını görür, A'ya üst araması yaptığında yasaklı madde ele geçirir.
A, yasaklı madde kullanmak ithamı altında müdafi huzurunda verdiği ifadede, çıktığı evde bulunan S'den bu maddeyi aldığını beyan eder.
Hukuka uygun arama kararı ile S'nin ikametgahının aranması sonucu, evde alüminyum folyo ve A'nın üzerinde çıkan yasaklı madde ile aynı tür maddeler ele geçirilir.
S, müdafi huzurunda verdiği ifadede A'nın evine hiç gelmediğini, içici olduğunu, suçlamaları kabul etmediğini beyan eder.
ANCAK;
S'nin evinde bulunan alüminyum folyoların üzerinde A'nın parmak izi çıkar!
Neticeten, S'nin tüm savunması çökmüş ve S, TCK md. 188/3'ten aldığı ceza onanmıştır (İlgili kararın künyesi: Yargıtay 8. Ceza Dairesi, 2024/4000 E., 2025/6146 K., kararın tamamı> Yüksekkaya Law Office İçtihat Arama Motoru ).
Görüldüğü üzere sanığın savunması ve savunmasında belirttiği can alıcı bir noktanın, kesin bir delille (parmak izi incelemesi raporu) aksi ispat edilmiştir. Böylece sanığın tüm savunması çökmüş ve yukarıda belirtilen Anayasal hakkın kullanılması (suçu inkar etme) hiçbir işe yaramamıştır.
Peki S, A'nın evine geldiğini ancak bir satış olayının olmadığını, hatta kendisine ait olan yasaklı maddeleri haberi olmadan almış olabileceğini, zira A'nın da kendisi gibi yasaklı madde bağımlısı olduğunu, yakalandığında da çaldığını söylerse kendisi hakkında bir soruşturma açılmasından korktuğu için bu iftirayı atmış olabileceğini söyleseydi, durum ne olurdu?
Bu tamamen bir muamma ancak belirtelim ki burada, yasaklı madde ticareti yapanları korumak veya onlara suçtan kurtulma fırsatı vermek gibi bir çaba içerisinde olmadığımız net şekilde görülmelidir. Burada tartışılan, sanığın savunma hakkı ve Anayasa madde 38 düzenlemesinin fiili hayata yansıyan görünümüdür.
Bu tip durumlarda klasik savunma, inkara yöneliktir ve şüphelinin/sanığın böyle bir hakkı vardır. Ama bu hak, yani inkara yönelik beyanda bulunma hakkına bağlı beyanlar, aksi ispat edilemez bir delil gibi sunulamaz. Sanığın savunmasının aksi ispat edildiği an, sanığın suçtan kurtulmaya yönelik "inandırıcılıktan uzak" beyanlar olarak aleyhine bir öngörü oluşturacağı unutulmamalıdır.
Bu ülke, Ergenekon-Balyoz gibi kumpas davalara şahit olmuştur. Daha dün; uydurulan, sahte olarak düzenlenen ve kesin delil olduğu tartışmasız bulunan raporlarla, belgelerle kumpas davaları düzenlenmiştir ve bu karanlık dönem hafızalarımızda hâlâ canlıdır. Düzenlenen bu kumpas davalarında şüpheli / sanık savunmaları; uydurulan, sahte olarak düzenlenen ve maalesef kanuni anlamda "kesin" olarak adlandırılan deliller ile çökertilmiştir.
İşte şüpheli veya sanıklar yapacakları savunmalarda, Anayasa madde 38/5.f.'da düzenlenen haklarını gereği gibi kullanabilmeleri için, dosyadaki tüm delilleri görmeden, ileride ispatı kaçınılmaz olacak delilleri göz önüne almadan, sahte yahut hukuka aykırı olarak dosyaya sunulan delillerin analizlerini yapmadan, yukarıda örnekte belirtildiği gibi kesin ve ileride sorun oluşturacak beyanları, savunmalarında geçirmemelidirler.
Çünkü bir ceza yargılamasında savunmanın çökmesi, alınacak cezadan öte, bir Anayasal hakkın yanlış kullanılması anlamına gelecektir. Bu tip Anayasal hakların yanlış kullanması nedeniyle kollukta, yargı makamlarında hatta yüksek mahkemelerde, "sanık her zaman yalan söyler" ön yargısı oluşmuştur.
Bu ön yargı 2 açıdan hukuk dışıdır.
Birincisi; kolluğun, yargı makamlarının yahut yüksek mahkemelerin, sanığın yalanlarını bulma gibi bir görevleri yoktur, kanun onlara bu görevi vermemiştir, tek görevleri delilleri toplamak ve toplanan deliller üzerinden sanığın bir suçu işlediğinin sabit olup olmadığını tespit etmektedir (CMK md. 223/5.f.).
İkincisi, Anayasa md. 38 düzenlemesi (özellikle 5. fıkra) karşısında, sanığın doğruyu söylememe hatta susma hakkı vardır. Yargı dahil hiçbir makam, bu hakkın kullanılması karşısında bir söz söyleme hakkına sahip değildir.
Şüpheli veya sanığın savunmasının çökmesi, sanığın suçu işlediği yahut illa cezalandırılması gerektiği anlamına da gelmemektedir. Yargı makamlarının sanığın savunmasını her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delillerle ispat ederler ise sanığın savunması çökecektir AMA bu her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı bu deliller aynı zamanda sanığın bir suçu işlediğini sabit kılma gücüne de sahip olmalıdır.
Örneğin, yaralama ile sonuçlanan ve bir çok kişinin katıldığı bir kavga olayında, olay yerinde olmadığını söyleyen sanığın, olay yerinde olduğunun HTS yahut güvenlik kamera kayıtları ile tespit edilmesi, sanığın savunmasını bu yönden çökertir ANCAK sanığın salt olay anında, olay yerinde olması, sanığın yaralama ile sonuçlanan kavga olayını gerçekleştirdiğini yahut bu suça iştirak ettiğini, tek başına göstermez. Sanığın olay yerinde olmadığı savunması çökertilirken aynı zamanda suç oluşturan fiili gerçekleştirdiği yahut bu suça iştirak ettiği de başka kesin ve inandırıcı deliller ile ispat edilmelidir. Aksi taktirde, sanık beraat edecek, sanığa ceza verilemeycektir.
