

NİTELİKLİ CİNSEL İSTİSMAR İDDİASI VE BERAAT: BİR KARAR İNCELEMESİ
Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından verilen yeni tarihli bir kararda, "mağdurla sanık arasında bir husumet olmaması" gibi hukuk dışı gerekçeler ve "mağdur sanığa neden iftira atsın ki" şeklindeki ceza hukukun ispat şartını tersine çeviren hukuk dışı, engizisyonist fikirler, reddi miras edilmiştir.
Bu yazıda mercek altına alınan karar; Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 2022/229 E., 2025/290 K. sayılı ve 25.06.2025 tarihli kararıdır. (Kararın tamamı için tıklayın)
İncelenen kararda isnat edilen suç "çocuğun nitelikli cinsel istismarı"dır. Sanık, sözde mağdurenin babasının arkadaşıdır. Sözde mağdurenin babası ile sanık, sık sık bir araya gelip, evde veya dışarıda alkol alan, samimi kişilerdir. Sözde mağdure, sanığın; herkesin uyuduğu saatte kendisiyle zorla ilişkiye girdiği, daha sonra başka şehre taşınmış olmasına rağmen sanığın oraya da geldiği ve kendisi ile zorla cinsel ilişkiye burada da girdiğini iddia etmiştir. Sanık iddiaları kabul etmemiş, sözde mağdurenin babası olan katılan, sanığın veya kızının hareketlerinden şüphelenmediğini, şüphelenmesi gereken bir davranışlarını da görmediğini beyan etmiştir. Dosyada olaya şahit olan veya sözde mağdurenin olayı paylaştığı bir tanığın varlığından kararda bahsedilmemiş sadece bir tanığın, sanığın mağdureye "yaptıklarını anlatırsam senin hayatını mahvederim" şeklinde bir tehdidini duyduğuna yer verilmiştir.
Bu iddiaya dayalı olarak yapılan yargılama neticesinde sanık cezalandırılmış, özel daire yerel mahkeme hükmünü bozmuş olmasına rağmen yerel mahkeme direnme kararı vermiş ve konu Ceza Genel Kurulu'na gelmiştir.
Ceza Genel Kurulu, öncelikle ceza muhakemesinin amacının maddi gerçeği İNSAN ONURUNA YARAŞIR BİÇİMDE ORTAYA ÇIKARMAK olduğunu belirterek kararını kaleme almaya başlamıştır. Gerçekten de şu an gelinen noktada ve özellikle cinsel taciz dosyalarında, ceza kanunun bu amacı görmemezlikten gelinmektedir.
Cinsel suçlar ile ilgili bir iddia dile getirildiği an, itham altında bulunan kişinin cezalandırılması için, ceza hukukunun ve ceza muhakemesi hukukunun en temel kuralları hiçe sayılarak, resmen bir seferberlik ilan edilmektedir. Devlet; mağdurun, katılanın, müştekinin, tanığın hatta bilirkişinin haklarını korumakla mükellef olduğu kadar, şüphelinin/sanığın da haklarını korumakla yükümlüdür. Cinsel taciz suçlarında "mağdur niye iftira atsın ki" şeklindeki cahilane, hukuk dışı ve engizisyon artığı bir mantıkla binlerce kişi hukuksuz olarak cezalandırılmış, çok ama çok şanslı olanlarının dosyaları, özel daire veya ceza genel kurulunca bozulmuştur. Geri kalan binlerce kişi, hukuksuz olarak hüküm almış, bir çok kişi verilen bu hükümler nedeniyle hem sosyolojik hem de fiili olarak ölümü yaşamıştır.
Ceza Genel Kurulu, bu tip engizisyon artığı mantıkla yapılan yargılamaları toptan reddeden bir gerekçeye kararında yer vermiştir:
"Vicdani kanaate ulaşılması, isnat olunan fiilin ispatlandığı anlamına gelir. Bu nedenle, vicdani kanaat hukuki sorunla değil, maddi sorunla ilgili bir kavramdır ve vicdani kanaate ulaşacak makam da maddi uyuşmazlığı çözmeye yetkili derece mahkemeleridir. Hukuki sorunun çözümünde vicdani kanaat ölçütü kullanılamaz. Çünkü; hukuki sorunun doğru çözümü, maddi olaya uygulanması gereken hukuk kurallarının doğru bulunması ve doğru yorumlanması ile ilgilidir. (...) Kural olarak delillerle doğrudan temas kurmayan ve öğrenme yargılaması yapamayan Yargıtayın, hukuka uygun olarak elde edilen delilleri takdir etme ve bu suretle ilk derece mahkemelerinin vicdani kanaatini denetleme, aslında olayın nasıl cereyan ettiğini ortaya koyma imkânı bulunmamaktadır. Ancak hükmün gerekçesini esas alarak, bu delillerle varılan sonucun/kabul edilen maddi vakıanın, akıl yürütme/mantık kurallarına, genel hayat tecrübelerine ve bilimsel kaidelere uygun olup olmadığını denetleyebileceğinde de kuşku yoktur. 288. maddenin Hükûmet Tasarısı'ndaki gerekçesinde bu duruma: "Delillerin yanlış değerlendirilmesi, kuralların yorumunu ve eylemin gerçek niteliğinin saptanmasını etkilediğinde elbetteki hukuka aykırılık oluşturur." denilerek işaret edilmiştir. Uygulama da bu şekilde istikrar kazanmıştır. (...) Çünkü; sağlıklı bir hukuki denetimin ön şartı, maddi vakıanın usulüne uygun, tam ve doğru olarak belirlenmiş olmasıdır."
Teknik olarak dile getirilen bu atıf ile anlatılmak istenen şudur: Maddi vakıa yani yargılamaya konu olay, mahkeme huzurunda, hukuka uygun elde edilen deliller ile ortaya konulup, ortaya konulan bu olay içerisinde sanığın suçluluğu ispat edilmelidir. Ceza yargılamasında sanığın suçu işlediği ispat edilmediği sürece, sanığa ceza verilemez (CMK md. 223). Özellikle cinsel suçlarda bu emredici kural, "şikayetçi sana niye iftira atsın, şikayetçinin sana iftira etmesi için bir neden var mı, aranızda ispat edebileceğin bir husumet var mı" gibi sorularla perdelenmiş, hiçe sayılmış ve uygulanması rafa kaldırılmıştır. Bu soruların bizzat yargılamayı yapan hakim ve mahkemeler tarafından dile getirilmesi, işin en acı yanıdır.
Karara döner isek genel kurul, bu gerekçe ile esasında tüm cinsel suçlarda perdelenen, görmezden gelinen ve hatta açık açık hiçe sayılan kanunun emredici bu düzenlemesini, hatırlatmakla işe başlamış, bugüne kadar maddi gerçek, hukuki ve maddi sorun, vicdani kanaat gibi ceza muhakemesinin temel kavramlarının saptırılarak ulaşılan sonuçların "hukuk dışı" olduğunu da ilan etmiştir.
Genel kurul kararının devamında, ceza yargılamasındaki kanıt serbestisi yönünde açıklamalar yapmış ve nihayet yukarıda eleştirdiğimiz kararlarda yine hiçe sayılan, modern ceza yargılamasının temelini oluşturan "masumiyet karinesi" ve bu karinenin en önemli yansıması olan "şüpheden sanık yararlanır ilkesi"ne sözü getirmiştir.
Genel kurul çok net bir şekilde şu belirlemeyi ortaya koymuştur:
"Sanığın bir suçtan cezalandırılabilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olay ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti; herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık ispata dayanmalı, bu ispat hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkân vermemelidir. Toplanan delillerin bir kısmı gözetilip diğer kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaat üzerinden yüksek de olsa bir ihtimale dayanarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir."
Yukarıda sıkça dile getirdiğimiz ve günümüzdeki cinsel suçlara ilişkin yargılamanın temelini oluşturan, açıkça ceza vermek için sanığı hukuk çemberine sıkıştırıp, hukuku hiçe sayarcasına "şikayetçi sana neden iftira atsın" şeklinde sorular sorup, sanık ne cevap verirse versin kabul edilmeyecek bir hale işi getirip, "ceza vermeye bahane aramak" şeklindeki engizisyonculardan kalan girişim, bu gerekçe ile tekrar tekrar reddedilmiştir.
Genel kurulun, buna benzer bir çok eski tarihli kararları vardır ancak yerel mahkeme ve hatta özel daire kararlarının eleştirilerek oluşturulan bu yöndeki kararların sıklaşmış olması, yerel mahkemelerde, istinaf ve hatta özel dairelerde yaşanan cinsel suçlardaki hukuksuzlukların önüne geçilmesi için genel kuruldaki iradenin hâlâ var olduğunu bize göstermektedir.
Kararda daha bir çok gerekçe gösterilmiştir. Biz bu gerekçelerle yetinmeyi uygun görüyoruz.
Tüm bu anlatımlardan sonra genel kurul, bozma hükmünü şu şekilde dile getirmiştir:
"Katılan mağdurenin, sanığın eylemlerinden babası dâhil kimsenin haberi olmadığına ilişkin soruşturma evresindeki anlatımlarının yargılama evresindeki beyanlarıyla çelişmesi, sanığın, eylemlerini, birçok kez gece vakti ailesi uyurken zor kullanarak gerçekleştirdiğine dönük ifadelerinin ise genel hayat tecrübeleriyle bağdaşmaması, sanığın mağdureyi tehdit ettiğine yönelik anlatımda bulunan tanık ...'in istismara konu olayı görmediğini belirtmesi ve tüm aşamalarda istikrarlı bir şekilde müsnet suçu işlemediğini ileri süren sanık savunmalarının aksini kanıtlayan katılan mağdurenin soyut ve inandırıcılıktan uzak beyanları dışında başkaca delil bulunmadığı dikkate alındığında; mahallinde ikame olunan ve tartışılan delillerin, gerekçeli/muhtemel şüphenin tamamen ortadan kaldırılması ve sanığın müsnet suçu işlediği yönünde vicdani kanaat oluşması için yeterli olmadığı anlaşılmakla in dubio pro reo/şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince beraatine karar verilmesi gerektiği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar verilmelidir."
Ve nihayet genel kurul; gerek hukuka aykırı karar veren yargı makamlarının kabullerindeki hukuksuzluklarını gerekse de sözde mağdurenin hayatın olağan akışı, genel hayat tecrübeleriyle çelişen iddialarını, tek tek ve anlayabilen için en sert şekilde muhataplarının yüzüne çarpmıştır.
Yargı, her türlü mağduriyeti giderme, suçluların cezalandırılması için en adil yolu belirleme ile görevlidir. Biz burada, yaşanan olayın doğru olup olmadığını değil, hukuken ispat edilip edilemediğini tartışmaktayız. Çünkü sanık, ancak ispat edilebilen ve suçu sabit olan fiillerinden dolayı cezalandırılabilir.
Maalesef popüler kültürün etkisi altında kalan, sosyal medyada etkileşim almak peşine düşen sözde hukukçular ve taraftarlarını artırmaktan başka gayesi olmayan siyasilerin ve STK'ların, hukuku hiçe sayan bu tip girişimleri desteklemesiyle ortaya çıkan fiili durumun hukuksuzluğu, yukarıdaki genel kurul kararıyla sabittir. Adaletin ne olduğu ve nasıl gerçekleşeceği, modern hukuku simgeleyen tüm hukuki metinlerde dile getirilmiştir. Hiçbir hukuki metinde, mağdur yahut şikayetçinin cinsiyeti, yaşı, ekonomik durumu, eğitim seviyesi vs. gibi özelliklerine bağlı olarak "tüm iddiaları doğrudur, ne diyorsa aynen kabul edilmelidir" şeklinde bir düzenleme yer almaz, alamaz. Çünkü modern hukuk, bu tip ayrıcalıklı kişi, zümre ve hanedanlara karşı verdiği "adalet savaşı" ile bugünkü durumuna erişebilmiştir. Kanun önünde herkesin eşitliği, iddia ve ispatta üstünlüğün yalnızca hukuka uygun elde edilen delillere dayandığı modern hukuk sisteminde; sırf bir özelliği (cinsiyeti, yaşı, sosyal statüsü, eğitim seviyesi vs.) nedeniyle beyanına üstünlük tanınacak hiçbir zümre bulunmamaktadır.
Tam bu noktada, cinsel suçların gizli ve delil bırakmadan işlenen suçlar olması nedeniyle, mağdurun beyanına üstünlük tanınması yönünde bir kuralın haklılığı iddiaları akla gelebilir. En başta söyleyelim ki bu iddiaların hiçbir doğruluk payı yoktur. Zira hem tıptaki gelişmeler hem teknolojinin hızla ilerlemesi hem de teknolojideki bu hızla ilerlemenin tıptaki gelişme ivmesini hep yukarı taşıması nedeniyle, delillerin gizlenmesi hatta yok edilmesi, neredeyse imkansız hale gelmiştir. Her cinsel suçta bulunan biyolojik delilleri elde etme teknikleri, gelişen teknolojinin her gün gerçekleştirdiği yeni katkılarla tıp dünyasını en ileri seviyeye taşımıştır. Bugün bir kişinin, bir cinsel ilişki sonucu oluşan biyolojik izlerinin kaybolmasından veya yok edilmesinden bahsetmesi, o kişinin hem hukuk hem tıp hem de teknoloji açısından cehaletinin bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Gizlilik iddiasında da durum aynıdır. Cep telefonları sinyalleri, güvenlik ve MOBESA kameraları, iletişim teknolojisinin geldiği nokta, sosyal medya gibi kitlesel iletişim araçlarına ulaşımın kolaylaşması karşısında, bugün gizli kalabilen bir cinsel suç gösterilebilen var mıdır? Kayıt izi bırakan mesajlaşma ve aramanın binlerce çeşidi ile yapılan dijital temaslar, baz sinyalleri gibi konum bulma teknikleri karşısında, karşı cinsle yan yana gelmesini gizleyebilen bir cinsel suç faili var mıdır?
Hukukun üstün saydığı, hukuka uygun elde edilen somut delillerdir. Gerçekleşmiş bir suçun, hukuka uygun, somut ve maddi delillerle yargı önünde ispat edilememesi ayrı bir konudur; hukuka uygun elde edilmiş somut maddi delille dayanmayan iddiaların sırf toplumda infial uyandırmasına binaen kabulünün zorunlu görünmesi ayrı bir konudur.
İspat açısından hukuki metinlerin hiçbirisi, suçun oluşması için, iddia edildiği gibi, cinsel suçlara dair fiillerin birebir delillerinin hatta kayıtlarının olmasını zorunlu görmemektedir. Önemli olan iddia edilen fiili ispat edebilecek hukuka uygun delillerin varlığıdır. Sanık ile aynı alanda olunmasının ispatı (baz istasyon kayıtları vs.), yaşanan cinsel suçtan sonra mağdur tarafından hemen başvuru yapılması, eğer beklenmiş ise bu beklemenin nedenini haklı gösterecek bir delilin ortaya konulması, yaşanan bu ağır suçun yansıması olarak yakın arkadaşa yahut aileye bahsedilmesi, cinsel suç faili ile olan ilişkinin net şekilde ortaya koyulabilmesi gibi hususlar, önem arz etmektedir.
Erkek arkadaşıyla düzenli yahut düzensiz cinsel birliktelik yaşayan, bir kavga yahut istediği bir eşyanın alınmaması nedeniyle "erkek arkadaşım bana tecavüz etti" diyenleri, parasını alamayan fuhuş işçilerinin "ilişkiye zorlandım" iddialarını, rıza ile ilişkiye girip "eğer bana şu kadar para vermez isen polise gider bana tecavüz ettiğini söylerim" diye tehdit edenleri, boşanma davasında haklı çıkmak hatta sırf daha çok tazminat almak için kocasına "bana fiili livata baskısında bulundu, benimle istemim dışı ilişki istiyor" iddialarını dile getiren eşleri, bir kısım ailevi nedenlerle babasına taciz iddiasında bulunanları, kıskançlık krizine girip nişanlısını yahut sevgilisini cinsel suç ithamı ile şikayet edenleri, ilişki teklifinde bulunup istediği reaksiyonu alamayınca mesaj içerikleri ile oynayıp tacizden şikayet edenleri ve daha bir çok insanlık dışı olaya, bu dönemde yaşayan herkes şahit olmuştur. Şahit olmayanlar ya da bunları görmek istemeyenler, arama motorlarında bu konuda araştırma yaptıklarında çok daha fazla örneğe rastlayabilirler.
Bu nedenle, ceza muhakemesi hukukunun temel şartı olan "hukuka uygun, somut ve her türlü şüpheden uzak delil" ile ispat kuralı, hayati önem taşımaktadır.
